2025 Temmuz’unda Türkiye siyaseti uzun yıllar hatırlanacak gelişmelere sahne oluyor. PKK’nın, yıllar süren silahlı mücadeleyi sonlandırarak Kuzey Irak’ta düzenlenen sembolik bir törenle silahlarını yaktığını ilan etmesi, ülke tarihinde nadir rastlanan bir dönüm noktasıdır.
Bu gelişme, bazı çevrelerde umutla karşılanırken, bazı kesimlerde ise derin bir sorgulama ve kuşkuya yol açtı. Çünkü “silahların susması”, başlı başına bir kazanım olmakla birlikte, sürecin nasıl şekilleneceği, hangi müzakerelerin yapıldığı, hangi ödünlerin verildiği ya da verileceği henüz toplum tarafından yeterince bilinmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreci “terörsüz Türkiye” hedefinin bir parçası olarak tanımlarken, kamuoyunda “bu adımın seçimler öncesi stratejik bir manevra mı yoksa kalıcı bir çözüm iradesi mi olduğu” sorusu sıkça dile getiriliyor.
Ayrıca Erdoğan, AKP, MHP ve DEM Parti’nin barış sürecinde ortak karar aldıklarını belirterek, “Beraber yürüyeceğiz” mesajını verdi. Ancak bu birlik mesajı, seçimlerde üçlü bir koalisyon kurulacağı anlamına gelmiyor; sadece PKK’nın silah bırakma sürecinde beraber hareket etme iradesini gösteriyor.
Bu noktada, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sürece etkin katkısı ve destek açıklamaları dikkat çekiyor. Bahçeli, barış ve güvenlik konularında AKP ile yakın işbirliğine giderek, sürecin ilerlemesine önemli katkılar sağladı.
Öte yandan, Demokratik Bölgeler Partisi (DEP) ve benzeri oluşumlardan Ahmet Türk de süreçle ilgili açıklamalarda bulunarak, barışın önemine vurgu yaptı. Ahmet Türk, seçim ittifakı veya koalisyon söyleminden ziyade, bölgesel demokratik haklar ve barış sürecinin güçlendirilmesi üzerinde durdu.
Siyasi arenada bu sürece dair farklı tonlarda açıklamalar geldi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, silah bırakma kararını “memnuniyet verici” bulduklarını belirtti ve “ülkeye çok ağır bedeller ödeten terörün ilelebet son bulmasının ortak irade olması gerektiğini” ifade etti. Aynı zamanda sürecin, Meclis çatısı altında ve milletin tüm kesimlerinin gözetilerek şeffaf biçimde yürütülmesi gerektiğini vurguladı.
Özel’in bu temkinli desteği, sürecin kalıcılığı için demokratik kurumların güçlendirilmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve halkın güveninin tesis edilmesi gerektiği yönündeki çağrılarla tamamlandı.
Diğer yandan, özellikle ANAHTAR Partisi Genel Başkanının, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamalar, sadece muhalif seçmene değil, geniş bir toplumsal duyarlılığa seslenen bir metin niteliğindeydi. Başkan, sürecin perde arkasına dair kamuoyunda oluşan soru işaretlerini şöyle dile getirdi:
“Sizin kutsalınız sandıkmış.
Sizin hissenize mağaralardan çıkmış, ‘Öcalan’ı serbest bırakmazsanız bu anlaşma olmaz’ diyen tehditlere yol arkadaşlığı düştü…
Sizin hissenize sandık düştü, bizim hissemize vatan.
Sizin hissenize Öcalan düştü, bizim hissemize tabuta sığmayan binlerce kahraman.”
Bu tür sert söylemler bir yandan haklı öfkenin dışavurumu olarak görülürken, diğer yandan sürecin tüm yönleriyle şeffaf yürütülmediğine dair ciddi bir güven eksikliğini de gözler önüne seriyor.
Siyasette Milliyetçi Söylemin Rolü
Bu süreçte bazı siyasetçilerin, özellikle milliyetçi seçmeni hedefleyen sert ve vurgulu açıklamalar yapması, stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Özellikle Yavuz Ali Ağıröğlu gibi isimlerin, milliyetçi cenahın hassasiyetlerini gözeterek, tabanlarını konsolide etmek ve siyasi duruşlarını güçlendirmek amacıyla böyle güçlü ifadeler kullandığı görülüyor. Bu tür söylemler, siyasi rekabetin yoğun olduğu dönemlerde seçmen nezdinde karşılık bulma ve siyasi meşruiyet sağlama çabasının bir parçası olarak okunabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, barış ve uzlaşma süreçlerinde, sert söylemlerin yerine yapıcı diyalogların ön planda tutulması, kalıcı çözümler için daha sağlıklı bir zemindir.
Barış isteyen, çözüm arayan bir toplumun, aynı zamanda hesap soran, bilgilendirilmek isteyen bir toplum olduğunu unutmamak gerekir.
Silahların susması elbette değerli bir başlangıçtır. Ama bu başlangıcın; adaletin, toplumsal onurun, demokrasiye güvenin gölgesinde kalmaması gerekir.
Türkiye, bir eşikte duruyor:
Ya bu süreci halkın güvenini tesis edecek şekilde, açık ve hesap verebilir bir zeminle taçlandıracak…
Ya da kazanılan sessizlik, yeni bir belirsizlik döneminin habercisi olacak.
Top artık halkta. Çünkü gerçek barış sadece silahların değil, milletin içine sindiği bir barışla mümkündür.
Yazan: Mecit Bayton
Eğitimci – Turizmci