
🔴 “Bu halk seçim değil, çözüm istiyor; siyaset ise hâlâ seçim hesabında.”
Türkiye bir kez daha siyasetçilerin seçim senaryolarıyla boğuşuyor. Ülke gündemi yangın yeri: Emekliler ay sonunu getiremiyor, gençler geleceğini yurt dışında arıyor, memurlar geçim sıkıntısıyla eziliyor. Ama siyaset sınıfı hâlâ seçim tarihleriyle, ittifak aritmetiğiyle, kim kiminle yakınlaştı hesabıyla meşgul.
Erken seçim çağrıları, bu sistemin artık yürümeyeceğinin ilanı mı? Yoksa muhalefetin yeni bir çıkış bulamadığı yerde tuttuğu tek dal mı?
İktidar gerçekten seçimi gereksiz mi görüyor, yoksa toplumun yükselen homurtusunu bastırmak için zaman mı kazanmaya çalışıyor?
Bu yazıda seçim tartışmalarının satır aralarına değil, satırların arasındaki asıl gerçeğe bakacağız:
Türkiye bir seçim değil, bir dönüşüm arıyor. Ama siyaset hâlâ bunu fark etmemekte ısrar ediyor.
🗳 Muhalefetin Çağrısı: Zaman Doldu mu?
Özellikle CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son haftalarda yükselttiği “erken seçim” söylemi, muhalefet cephesinde moral üstünlüğün seçim talepleriyle perçinlenmek istendiğini gösteriyor. Yerel seçimlerde kazanılan büyükşehirler, muhalefete halkın yeniden teveccüh gösterdiği düşüncesini aşıladı.
Gerekçeleri belli: Ekonomik kriz, yoksullaşan geniş kitleler, gençlerin umutsuzluğu, liyakatsizlik, adalete duyulan güvensizlik ve hukuk sisteminin yıpranmışlığı. Muhalefet, bu gidişata halkın daha fazla tahammül edemeyeceğini söylüyor.
Ancak bu iddialar ne kadar doğru olursa olsun, bir gerçek var ki Meclis aritmetiği muhalefetin lehine değil. Yani seçim istemek başka, seçim yaptırabilmek başka. Bu nedenle muhalefetin çağrıları, mevcut sistemde daha çok moral ve toplumsal baskı oluşturma aracı gibi görünüyor.
🧱 İktidarın Sessizliği: Güçlü Strateji mi, Zayıf Zemin mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı cephesi, bu tartışmalara şimdilik oldukça mesafeli. Hatta neredeyse yok sayma stratejisi güdülüyor. “Gündemimizde seçim yok” cümlesi artık bir refleks haline geldi.
İktidar, seçimsiz bir dört yılı; “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun inşası için bir fırsat olarak görüyor. Büyük projeler, dış politikada atılan adımlar, savunma sanayii yatırımları ve TOKİ hamleleri, adeta “Biz çalışıyoruz, onlar konuşuyor” algısını beslemeye dönük bir vitrin oluşturuyor.
Ancak bu vitrinin arkasında duran toplumsal tablo giderek daha da çatlamış durumda. Seçim sandığı uzakta olabilir ama mutfak yangını yakında.
🔍 Seçimden Fazlası: Sistem Krizi
Burada sorulması gereken esas soru şu: Halk gerçekten seçim istiyor mu, yoksa hesap sorabileceği, çözüm bulabileceği bir siyasal işleyiş mi talep ediyor?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, parlamentoyu neredeyse sembolik hale getirdi. Karar alma süreçleri kişiselleşti, denge-denetleme mekanizmaları zayıfladı. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetlerin birleştiği bir düzene geçildi. Bu durum, sadece muhalefeti değil, geniş toplum kesimlerini de rahatsız ediyor.
Dolayısıyla mesele yalnızca erken seçim değil; esasen bir yönetim biçimi tartışması yaşanıyor. Seçim çağrıları bu tartışmanın bir yansıması ve belki de ilk çatlağı.
🎯 Sonuç: Sandığa mı, Sisteme mi Tepki?
Erken seçim çağrıları bir gerçeklikten besleniyor, evet. Ama bu çağrılar şu an için bir siyasi baskıdan öteye gidemiyor. Çünkü ne iktidarın bir iradesi var, ne de sistem buna izin veriyor. Ancak mesele burada bitmiyor.
Halk artık sadece kime oy vereceğini değil, nasıl bir düzende yaşamak istediğini sorguluyor. Seçim tarihinden bağımsız olarak, Türkiye’nin önünde duran esas mesele; sistemsel bir yenilenme ihtiyacıdır.
Ve belki de en büyük değişim, ilk olarak bu farkındalıkla başlayacaktır.
📌 Mecit Bayton
Eğitimci – Turizmci – Köşe Yazarı